Edebiyatın en iddialı ve yeni seslerinden 1985 doğumlu Téa Obreht’ten çarpıcı ve benzersiz kitabı “Kaplanın Karısı” Türk okurlarla buluştu. Siren Yayınları’ndan çıkan kitabın çevirisini Merve Sevtap Ilgın yaptı.
Orange Ödülü’nü alan en genç isim olan Téa Obreht’in ilk romanı Kaplanın Karısı, savaşın paramparça ettiği Balkanlar’dan yükselen seslerle genişleyen, masalların mitlerle buluştuğu, mitlerin efsaneye dönüştüğü bir roman. Ölümsüzlükle cezalandırılmış ölmez adamın, bombardıman sırasında hayvanat bahçesinden kaçan ve insanların yakınında yaşayan bir Sibirya kaplanının, kendi öyküsünü dillendiremeyen sağır dilsiz bir kadının ve Balkanlar’da kuşaklar boyu savaşla iç içe yaşamış halkların büyüklü küçüklü acılarının öyküleriyle çoğalan Kaplanın Karısı, edebiyatta benzersiz ve heyecan verici bir soluğu müjdeliyor.
Téa Obreht eski Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde, 1985 yılında doğdu. 7 yaşına değin Slovenyalı bir Katolik olan büyükbabası ve Bosnalı bir Müslüman olan büyükannesiyle büyüdüğü Belgrad’dan savaş yüzünden ayrıldı. ABD’ye göç etmeden önce bir süre Kıbrıs ve Mısır’da yaşayan Obreht, çağdaş edebiyatın en yeni ve iddialı seslerinden biri sayılıyor. Kaplanın Karısı’nda Marquez ve Bulgakov esintileri taşıyan büyülü gerçekçiliği doğrudan, hassas ve masalsı bir anlatımla harmanlayan Obreht, çağdaş edebiyatın en genç ve ilgi çekici isimlerinden biri. 2011 yılında yayımlanan bu ilk romanıyla gördüğü büyük ilgi, yazarın adını gelecekte de sık sık duyacağımıza işaret ediyor.
Henüz 26 yaşındaki Obreht, kitabın gördüğü ilgi karşısında oldukça mütevazı bir tavır sergiliyor ve “Kaplanın Karısı’nda bilinçli olarak yer ve tarihi kişiliklerin adlarına yer vermek istemedim çünkü Yugoslavya’nın dağılması benim için tarihi bir envanterden çok insanlar açısından önem taşıyor,” diyor.
Kaplanın Karısı çok sesli bir roman. Hikâyelerin hikâyeleri beslediği bu anlatı, merkezine genç bir doktor olan Natalia’yı alıyor. Natalia bir aşı kampanyası için yeni bölünmüş ülkesinde sınırın ötesine bir yolculuk yaptığı sırada çok sevdiği büyükbabasının bir süre önce gizemli bir biçimde ücra bir köyde öldüğü ve şahsi eşyalarının kayıp olduğu haberini alır. Natalia, büyükbabasının şahsi eşyalarının, en çok da hep yanında taşıdığı kitabın peşine düşer. Ancak eşyaları bulsa da, inanışa göre ölümün ardından kırk gün geçmeden onlara dokunmaması gerekmektedir… Natalia’nın yolculuğu, bir zamanlar onu da kapsamış olan ancak şimdi yabancı sayan bir ülkenin topraklarında geçmişe, büyükbabasının ölümünün gizemine, savaşın açık yaralarına ve hikâyelerin iyileştirici gücüne uzanacak; kuşaklar boyu savaş içinde yaşamış bir halkın seslerini, hayallerini, gerçeklerini ve sayıklamalarını yansıtacaktır.
Téa Obreht, bugünü geçmişe bağlayan öykülerin öyküleri beslediği, gerçekle gerçeküstünün birbirine karıştığı efsunlu romanı Kaplanın Karısı ile benzersiz bir okuma tecrübesi sunuyor. Kaplanın Karısı, savaşın dehşetine, geçmişin izlerine, ölümün gizemine ve hayatın yaratıcılığına dair büyüleyici, yenilikçi ve sıra dışı bir roman…