Eleştiri: Ebru Altın
Öncelikle kitabın isminin birçok kişiye tuhaf geleceğinin farkındayım. Zira bugüne kadar okuduğumuz kitapların başlıklarıyla gördüğünüz gibi uzaktan yakından alakası bile yok.
Adı İsmail… İsmail kimdir, nedir, neden bu ismi almıştır konusuna, büyünün kaçmaması adına şimdilik hiç değinmeyeceğim.
Daniel Quinn’in kaleme almış olduğu İsmail için The Washington Post gazetesi “Yazar bizi inanılmaz bir diyalogla ele geçiriyor. Daha kitabın yarısına gelmeden kayboluyoruz, onun pençesine düşüyor ve İsmail’in bize dünyayı kendimizden kurtaracağımızı öğretmesini bekliyoruz. Ve yaşamlarımızı bir an önce değiştirmek istiyoruz” tanımlamasını yapıyor.
Bu nasıl bir kitaptır diye, sayfaları açmaya başladığınız yerde şöyle bir mesajla karşılaşıyorsunuz.
“Öğretmen, Öğrencilerini Arıyor. Dünyayı kurtarmak için içten bir arzu duyulması şarttır. Şahsen başvurun…”
Oldukça etkileyici cümleler… Nitekim gazetedeki bu üç satırlık ilan, yaşam boyu sürecek bir maceranın da başlangıcını oluşturuyor.
Tarih boyunca yazılmış en etkileyici ruhsal maceralardan biri olarak kabul edilen İsmail,basıldığı andan günümüze kadar yirmiden fazla dile çevrildi. Dünya çapında geniş ve tutkulu bir okuyucu kitlesi edinen roman, her zaman daha fazlasını arzulayan kültürümüzün, tüm dünyayı nasıl bir sona yaklaştırdığını da açık bir şekilde gözler önüne seriyor.
Onu benzersiz kılansa, görmezden geldiklerimizi yüzümüze çarpıp, tartışılmaz kabul ettiklerimizi bir bir yıkarken, geride yine de bir umut bırakıyor olması. Bu nedenle İsmail, insanlığa alternatif bir rol, akla gelmeyen bir çıkış yolu göstermekten de kesinlikle kaçınmıyor.
Ve size tüm kitap boyunca şunu soruyor! Alanlardan mısınız yoksa bırakanlardan mı?
Peki nedir bu Alanlar veya Bırakanlar…
Bırakanlar; insanlık tarihinin birinci bölümüydü. Uzun ve önemsiz bir bölüm… Bu bölüm yaklaşık on bin yıl önce doğu da tarımın doğuşuyla sona erdi. Bu olay ikinci bölümün yani Alanların bölümünün de başlangıcı oldu. Bırakanlar dünyada halen mevcut, fakat zamanın gerisinde kalmış fosillerden ibaretler. Onlar geçmişte yaşayan insanlık tarihindeki bölümlerinin bittiğinden habersiz biçare insanlar…
Bu kitap için roman tabirini kullanmak bana göre başlı başına yanlış bir kavram. Kitap, romandan ziyade felsefik bir üsluba daha yatkın. Daniel Quinn’in yazmış olduğu, Selen Çalık tarafından da Türkçe’ye çevirilen kitaptaki ifadeler son derece akıcı, ustaca bir çeviri örneği sergiliyor. Bunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Bu arada kitaptan özellikle ilgimi çeken bir bölümü de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakalım sizde yazarla aynı fikirde misiniz?
“Adem’in İbranice’de ne anlama geldiğini biliyor musunuz?
İnsan anlamına geliyor.
Peki Havva’nın bu olaylardaki rolünü biliyor musunuz?
Yazanlara bakılırsa eğer o da “Hayat” anlamına geliyor.
Yani Adem’i baştan çıkaran şey hayat olmuştur.
Adem meyveyi kabul ettiğinde sınır tanımadan yaşamanın cazibesine yenik düşmüştü.
İşte bu yüzden ona meyveyi sunan kişiye hayat denmiştir.”
Ne dersiniz bu yaklaşımın doğruluk payı var mıdır sizce de?