Manisa’dayız, 80’lerin başı, küçük kızın adı Demet. Hikaye burada başlıyor, 2010’un her yerde karşımıza çıkan Demet Evgar’ı bu şenlikli eve doğuyor. Bana sorarsanız Türkiye’nin bir elin parmaklarını geçmeyecek ‘komik kadınlarından.’ Tiyatro Tiyatro dergisi geçtiğimiz günlerde onu, Kenter Tiyatrosu’nda geçen sezon oynadığı Cimri’deki rolüyle ‘Yılın kadın oyuncusu’ ilan etti, bu sene aldığı ödüller dörtlenmiş oldu. Emre Karayel ile rol aldığı ‘Bir Kadın, Bir Erkek’ iki senedir, yaşlı-genç herkesi kırıp geçiriyor. Cuma vizyona girecek ‘Vay Arkadaş; Manik, Tik, Dildo’da ‘Nil’ olarak beyazperdede olacak.
’Banyo’, ‘Beyza’nın Kadınları’, ‘Güneşi Gördüm’ ve ‘Yahşi Batı’dan sonra beşinci filmi. Ortalık ‘Demet Evgar filmde striptiz yaptı’ başlıklarıyla dolup taştıysa da yaptığı ‘pole dance’ti (boru dansı). Billboardlarda, televizyon reklamlarında ha bire karşımızda. Karşılıklı oturmak için bahane gani… Nefes nefese geliyor, midesindeki rahatsızlık sebebiyle gittiği doktor kontrolünden. Merhabalaşma faslından sonra ilk sözü Radikal’e: “Çok güzel olmuş. Gazete okumayı daha zevkli boyuta taşımış tasarım…”
Taşradan gelip İstanbul’a yerleşmesine, “Aslı ile Kerem’de Aslı’nın arkadaşı olan, neydi adı?” diye bahsedilen, ismi bilinmeyen oyuncu kızdan, bugüne gelişini deşmek. Manisa’daki kalabalık eve sokulmamız bundan… Gözlerinden kahkahalar fışkırıyor gibi ‘çocukluğundan parçalar’ anlatırken: “Kalabalık sahneler geliyor aklıma. Ya kalabalık, ya tek başıma. Erkek kardeşim var ama dokuz yaşıma kadar yoktu. İlk torundum. Şımartılmaya müsait bir ortamda büyüdüm ama ilgiyi paylaşmak istedim. Yıllarca kardeş istedim, zor ikna ettim ailemi.”
Espri anlayışı dededen…
Sinemasız, tiyatrosuz, kitapçısız taşra kenti, ileride yolunun kesişeceği amatör gruplar dışında, kendini tiyatroya falan adayacak gençlere pek bir şey vaat etmiyor. “Su içmek gibi” dediği tiyatro merakı nasıl hasıl oluyor o halde? “Herhalde annemden, babamdan, babaannemden, dedemden kaptım. Dedem fotoğraf çekmeye meraklıydı, mizah dergileri biriktirirdi. Onu okurken, gülerken hatırlıyorum. Neye güldüğünü merak edip okumaya başlıyorsun. Senin de espri anlayışın başka bir yerden oluyor.” Ev, zaten dev bir oyun alanı: “Her gün halılar kalkar, yerde paten yapılırdı. Herkes seninle oynamak istiyor. Yaptığım iş, küçükken yaptığımın biraz büyüğü.”
Arada öğretmenlik, avukatlık gibi ‘80’ler çocuklarının gözde mesleklerine’ heves etse de kati kararını veriyor, tiyatrocu olacak. “Oyun oynama şımarıklığı da denebilir” diye tarif ediyor hissini. Tiyatro, eve radyodan giriyor; Yıldız Kenter’in sesini ilk kez Radyo Tiyatrosu’nda duyuyor.
Uzaktan da hissedilen bir ‘tatlı deli’ hâli var. Kendisiyle de etrafla da eğlenen bir hâl… Arada tekliyor, çorabı bir yere takılıyor falan, basıyor kahkahayı. Rahat bir ortamda, “Onu yap, bunu yapma, ayıp…” diye burnuna uzanan parmaklar olmadan büyümesinden olsa gerek. “Şanslı çocuktum. Şu zamanda bile benim kadar rahat yetişen çocuk olmayabilir. Babam, annem olabildiğince özgür davranırlardı” diye özetliyor durumu… Yine de konservatuvarda okumayı kafasına koyunca, “Önce kazandığını oku hele…” diyen anne babaya karşı direnişe geçmesi icap ediyor, açlık grevine giriyor: “Demokratik bir aileyiz deriz hep. Grev hakkımı kullanıyorum, dedim. Bir ay yemek yemedim. Bursa’yı kazanmıştım, iktisat mıydı… Sınav kitaplarının arasında Nâzım Hikmet , Shakespeare olurdu hep.”
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na kabul edildiğinde, taşradan büyük şehre geçiş, sarsmıyor mu bünyeyi? “Her koşulda yaşayabileceğimi düşünürüm. Tutunduğun şey önemli. İstanbul’da doğup büyümüş arkadaşlarım, ‘Bizden daha İstanbullusun’ derdi. Burada bu oyun varmış, şurada şu… Açtım çünkü.”
Maksim’de sahne aldı!
“Hayatımın sonuna kadar sahnede olmak istiyorum. Mesleğimle ilgili emin olduğum tek şey, hiç bitmeyen bir duygu” diyor. Zaten sektirmeden sahneye çıkıyor. Okul arkadaşlarıyla Tiyatro Kılçık’ı kurduklarında Kemancı, Old City, Yaga, Eski Yeşil’de çıkmışlar. Maksim’de bile tiyatro yapmışlığı var. Sonra Kenter Tiyatrosu; Gece Mevsimi, Anna Karenina, 39 Basamak ve Cimri… Televizyon mesaisinin son numarası, kadın-erkek ilişkilerini buralarda daha önce olmadığı kadar ‘orijinal’ haliyle ekrana taşıyan ‘Bir Kadın Bir Erkek’in yeriyse ayrı: “Kadın-erkek ilişkisi çok yerden ele alındı. Nereden baktığına, neyi ne kadar göstermek istediğine bağlı. Adam amcasının karısıyla beraber oluyor… Bir öpüşüyorlar yüzleri tükürük içinde! Biz olması gereken hız ve doğallıkta yapıyoruz. Tatlı bir karikatür kısmı var. Bir de sanki gizli kamera konmuş eve. ‘Burada olmaz’ demişlerdi, Allah Allah bizim gibi insanlar yaşamıyor mu bu ülkede? Türkiye’nin hak ettiği bir iş bu. Sevgililer Türkiye’de de birlikte yaşar, saklarlar ama yaşarlar…”
Gözlerini kocaman açıp heyecanla anlatıyor, gülüyor. Çok gülermiş; kedilerine, bebeklere, babaannesine, takılıp düşenlere, kendisine. Neye canını sıkar peki? “Sevgiyle koruma dozu kaçtığında, hayata müdahale etme noktasına geldiğinde sıkılırım… Çok yakınımın bir şeyi, dertlendirebiliyor. Fotoğraflar için sokağa çıktığımızda canını sıkan bir şey daha geliyor başına: “Laf atmaktan vazgeçilsin artık!”
2010 damgalı tiyatro ve televizyon ödülleri dörtlendi, yeni filmi cumaya vizyonda, ‘Bir Kadın Bir Erkek’in Zeynep’i olarak televizyon izleyicisini kırıp geçiriyor. Demet Evgar iki yıldır her yerde. ‘Komik kadınla’ kasedi başa sardık…
“Çocukluk deyince kalabalık sahneler geliyor gözümün önüne. Şımartılmaya müsait bir ortamdı. Annem benden 17 yaş büyük, birlikte büyüdük.”
Son zamanlarda…
En çok kedimin hasta olmasına üzüldüm. Kardeşimin bulduğu ikinci kediyi eve getirmesine sevindim. Kafka’nın Dönüşüm’ünü tekrar tekrar okudum, tekrar tekrar sevdim. Kaplumbağalar da Uçar’a bayıldım.
Filmleri ona ne anlatıyor?
Banyo: Hazırlık filmim.
Beyza’nın Kadınları: İlk filmim, dönüm noktası.
Güneşi Gördüm: Van’daki güneşin doğuşunun güzelliğini unutamam.
Yahşi Batı: Masal gibi bir setti.
Manik, Tik, Dildo: Gülme krizleri bol bir kamera arkası vardı.
‘Pole dance striptiz sanılıyor’
“İnsanların ilgisini çekti, yeni bir şey olduğu için. Kötü bir şey yapmadığım için rahatsız etmiyor yazılanlar. Film izlendiğinde başka şeyler konuşulacak, karakterin öyle bir şey olmadığını görecekler. Benimle ilgili şeyleri iyi ya da kötü çok fazla okumuyorum. Daha pole dance’in ne olduğu bile bilinmiyor, herkesin aklına striptiz geliyor. Halbuki pole dance 13 ülkede federasyonu olan, akrobasiye dayalı bir spor dalı. Kadınsı özellikleri de barındırıyor. 17’inci yüzyılda masumiyetin dansıymış, nasıl bir masumiyetse! O iki buçuk dakikalık sahnede başka bir şey de yapılabilirdi. Ama tatlı bir beceri de olduğu için, pole dance fikri bana çok yatkın geldi. Hocam Burcu, bale kökenli. Pilates gibi, çok acayip bir dans, dengeye dayalı. Vücudunu o kadar kısa zamanda o kadar aktif bir şekilde çalıştıran bir spor yapmadım ben daha. Hâlâ da çalıştırıyor beni Burcu.”
‘Güzel kadın komik olamaz mı?’
Demet Evgar, kendisini ‘komik kadın’ kategorisine sokar mı? Yanıtı “Bilmem, sen sokar mısın?” oluyor ve başlıyor komediden anladığını anlatmaya: “Güzel kadın komik değildir, denir. Güzel kadın, çirkin kadın diye ayırmak da çok saçma. Belirli standartlara uymayan kadınlar komedi yapabilir, öbürlerinin yaptığı şeyler çok komik olmaz, buna inanılır. ‘Beyza’nın Kadınları’nı çektikten sonra bir sürü onun gibi iş geldi. Komedi oynamaktan çok zevk aldığım için, bekleyeyim dedim. Herhangi bir şeyde ilk akla gelen insanlardan biri olmak insanın tabii ki hoşuna gider.
Komedi, özgürlükten doğar. ‘Kadın falsosunu vermeden oynamalı, aman oram bilmem ne olmasın, aman gülüşüm şöyle olmasın…’ diye düşünülür. Erkeklerse hiç düşünmeden komedi yapar. Komedi malzemesi çok daha az olan erkek bile, bir kadından çok daha komik olabiliyor. Çünkü erkeğinki kabul edilebiliyor, kadınınki kabul edilmiyor. Kendi arazlarınla, salaklıklarınla dalga geçebilmen lazım. Komedi dediğin, insanlar seninle dalga geçmeden önce senin kendinle dalga geçebiliyor olman.” Evgar’ın komik kadınlar listesinde Binnur Kaya, Meryl Streep, ve Şebnem Sönmez var.