Alien 3’ün AIDS hakkında olduğunu biliyor muydunuz? Yaratıkların malum şekilleri ilk bölümden beri kadın-erkek ilişkileri hakkında zaten bir fikir veriyordu. Gezegenden kaçış olmaması ve gezegende silah bulunmaması insanoğlunun AIDS karşısındaki çaresizliğinin bir simgesi vs.
Coen kardeşlerin “Barton Fink”‘inin ise aslında iyi ile kötünün mücadelesi, bir cennet-cehennem çekişmesi olduğunu ise kim bilebilirdi ki? Yanan otel cehennemi simgeliyormuş vs… Peki.
Bilhassa Ingiliz “Sight & Sound”‘da çalışan meslektaşlarımız bu tür beyin jimnastiklerini pek severler.
“X-Files” ve benzeri yapımlarda bizi yakında gerçekleşecek olan insan – uzaylı buluşmasına hazırlıyormuş.
David Cronenberg filmlerinde karakterlerine koltuk altından çıkan erkek cinsellik organı benzer uzuvların yanında ilginç isimlerde verir. İşte “The Matrix”‘de izlenen yol da bu. Toparlayınca gayet mantıklı. Hep birlikte bir göz atalım :
Neo (Thomas Anderson – Keanu Reeves): Harflerin yerini değiştirince “ONE” kelimesi oluşuyor. Yani “BİR”, filmdeki mantığa göre “THE ONE”, yani şeçilmiş kişi. Kelime Yunancada “yeni” anlamına geliyor. O, insanları kurtarmaya gelen, onlara aydınlık yolu gösterecek olan kişi. Bu yüzyıllar önce yaşayan ve sonu çarmıha gerilmek olan bir bayın yaşam öyküsüne bir hayli benziyor. Neo bir “mesih”. “Mesih” kelimesi geçince aklımıza hemen Frank Herbert’in “Dune-Çöl Gezegeni” adlı mükemmel kitabı geliyor haliyle – maalesef devam kitaplarda aynı etkileyiciliği göremedim. Okuyunuz.
Bakın Meydan Larousse Cilt 9 sayfa 286″neo” için ne demekte: “Bazı dumansız barut türlerinin yapımında kullanılan etilenglikol dinitrat.” Sanırım bu Wachowski biraderlerin daha çok hoşuna gider. En azından aksiyon sahneleri öyle diyor.
Morpheus (Laurence Fishburne): Yunan mitolojisine göre Gece ile Uyku’nun oğlu. “Rüya Tanrısı” olarak bilinir. Matrix’in yarattığı “sanal rüyayı” sona erdirmeye çalışan kişi. Zaman zaman bana “Star Wars” serisindeki Yoda’yı hatırlattı. Hep sakin, bilge kişilik…
Cypher (Joe Pantoliano): Artık bunu herkesin bulduğunu tahmin ediyorum. Alan Parker’ın “Angel Heart – Şeytan Çıkmazı”‘nda çizdiği şeytan, yani “Lucifer” kompozisyonu mükemmeldi. Peki biz ölümlüler arasında kullandığı adı neydi : “Louis Cyphre”. Aynı mantık. Sadece burada “Cypher” doğrudan şeytan değil. Sadece adı ondan türetilmiş durumda.
“Lucifer” kelime anlamı olarak “ışık tutan” anlamına gelmektedir. Bizi karanlığa gömen. Genelde Ortaçağ’da şeytanın adı olarak kullanılırdı. “Cypher” karakteri daha çok “Judas” kişiliğine denk düşmektedir. Bilindiği gibi kendisi vaktinde İsa’ya ihanet eden biriydi.
Trinity (Carrie-Anne Moss): Eeeehhhmm… Bu konuda birşey bulamadım.
Ayrıca… Matrix”in şeytanlıklarından haberdar olan insanların yaşadığı şehir “Zion” (ah sevgili Bob Marley burada sen mi gelecekten aklımıza). Yani İncil’de adı geçen “Tanrı’nın Kalesi”.
Wachowski biraderler eski ve aynı zamanda popüler kültürü çok iyi biliyorlar. Beyaz tavşan döğmeli kızın Neo’yu yönlendirmesi, “Alice Harikalar Diyarında”‘ya bir gönderme. Zaten bir-iki sahne sonra Morpheus bunu doğrudan dile getiriyor.
“The Matrix” çok iyi bir film. Oyunculuk, özel efektler, yaratılan dünya kusursuz. Senaryo herkesin anlayabileceği şekilde tasarlanmış. İşte bu yüzden bu siber uzay işlerine daha yakın olan insanlar filmi pek tutmadı. Film konsept açısından yeni birşey vermiyor. Yinede mutlak surette izlenmesi gereken, benim izlediğim en iyi yüz film sıralamasına kolaylıkla giren bir film.
Peki sinema çıkışı en çok tartışılan konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz… Özgürlük iyi güzel de Matrix’ten kaçmak belki de o kadar mantıklı değil. Kim güzel az pişmiş bir büftek dururken pirinç lapası yemek ister ? Belkide haklı olan Cypher… Siz ne dersiniz?