Bir ilişkinin erkek ve kadın gözünden iki farklı yorumu.
Bir sanat okulunda öğrenci olan Angélique için aşkın tek bir adı vardır: Loïc… 35 yaşında bir kardiolog, Rachel ile evlidir ve baba olmak üzeredir. Tüm bunlara rağmen Angélique, onun karısını bırakıp kendisini seçeceğine inanmaktadır. Loïc’e olan aşkıyla adeta deliye dönen Angélique, yakın arkadaşı David’in kendisine beslediği hislerin farkında bile değildir.
Bordeaux’da sempatik bir çiçekçi dükkanında başlıyor her şey… Genç kız, sevdiği adama tek bir gül ısmarlıyor. Kız bisikletiyle, gül de bir motosikletle iki farklı yöne doğru hareket ediyorlar. Tipik bir romantik film açılışının sizi nerelere götüreceğini asla bilemezsiniz!
Sanat eğitimi gören Angelique, ortayaşlı bir kardiyolog olan Loic’e âşık. Ne var ki doktor, evli ve eşi bebek beklemekte. Ancak kahramnımız engel tanımaz, doktor Loic’i, en yakın arkadaşıyla uzaktan takip ettiği bir gün, karısı Rachel’i görür ve koşarak doktorun arabasına, kocaman harflerle ‘Bizi ayırmasına izin verme’ notunu düşer. Birlikte Floransa’ya gitmeye karar verirler; ama bu kaçamak pek gerçekleşecek gibi değildir.
Basit gibi görünen bir konuya sahipmiş gibi gözüken “Seviyor… Sevmiyor” , aşkın içindeki karmaşıklık nedeniyle, öyküsünü hiç de basit olmayan sorunlarla bezenmiş bir film. Amelie olarak tanıyıp sevdiğimiz Audrey Tautou başrolde.
Film bir bakıma, bir ilişkide “hiçbir şey göründüğü gibi değildir” ya da “önyargıdan uzak olmak en güzelidir” diye sözünün bir kanıtı gibi duruyor.
Romantik-Komedi türünde bir film bekliyorsanız, karşınıza romantik bir gerilim filmi çıkıyor. Önce filmi ve ilişkiyi Angélique’in gözünden izliyoruz. Kadının erkekle olan sahneleri son derece iyi düşünülmüş.
Böylece ortaya şaşırtıcı, sarsıcı, üzücü, güldüren ve bir yandan da hüzünlendiren bir film çıkmış. Çünkü sonuç olarak her şey bir yanılsamadan ibaret! Zaten aşk da öyle değil midir?
Önce çöpü elmas görürüsünüz, sonra elmasın aslında çöp olduğunun farkına varırsınız. İki farklı bakış açısıyla üç ayrı sonu olduğunu düşündüren bir film “Seviyor Sevmiyor” (“He Loves Me / He Loves Me Not”). Filmi ilk kırk dakikasında Angelique’in gözüyle izliyorsunuz. “Aşk işte bu!” diyor ve hatta iç bunaltan bir romantik komediyi izlediğinizi düşünüyorsunuz. Ancak devreye ne zamanki doktorun bakış açısı ve yaşadıkları giriyor, o zaman gerçekler de su yüzüne çıkmaya başlıyor.
28 yaşındaki genç Fransız yönetmen Laetitia Colombani, sabır ve dinginlik içinde anlattığı öyküyü, dolayısıyla filmini klişeler kıyısından uzaklaştığı noktalarda güzelleştiriyor.
Oyunculuklar açısından Audrey Tautou, ‘Amelie’ gibi büyük bir elbiseyi, henüz sırtından çıkarabilmiş değil bu filmde. Üstelik tıpkı Amelie’deki gibi cin cin bakan gözleri, gülümseyişi ve hesapçı tavırları, onu fazlasıyla Amelie ile özdeşleştiriyor. Ancak filmin ve karakterin Amelie ile en ufak bir yakınlığı yok.
Seviyorsa terk etmez” cümlesi, aslında bir bakıma en büyük telkindir. Uzaklık, hasret ateşini körükler ama, bazı mesafelerde bağlantılar ve aşk ateşi zayıflar. Aşkın gücü, yollara ve engellere yenik düşebilir. Yeni bir aşk kokusu, dokunmaya açlık, bekleme girdabı, sizi taze bir mıknatısın çekim gücüne götürür. Yine de aşk, inadına sevmektir.
Saplantılı aşk… Karşı konulamaz bir cazibe, üstelik karşı tarafın herhangi bir tepki göstermesine gerek kalmadan, hayat boyu bağlı kalmak, ümit etmek. Erotomania, yani hülyalı-saplantılı aşk hastalığına tutulursanız, geçmiş olsuna gelenlerden anlayış beklersiniz, çünkü anlamaz kimse sizi. Çevrenize zarar vermek, kalbinizi yaralamaz. Varsın karşı taraf sevmesin sizi.
Angélique’i oynayan Audrey Tautou, filmin sonunda erotmanyalığı en iyi gösteren sahneyle size süpriz hazılarmış üstelik. Ve “aklım çılgınca olsa da mantığım sabırlı olmamı ve daima ümit etmemi söyleyerek kalbimin acısını yatıştırıyor.” diyordu 50 yıl akıl hastanesinde tedavi gören bir erotomanyak.
Bazen sabretmek, bazen ona ulaşmaya çalışmak, sizi bir bataklığa da sürükleyebilir, içinden çıkamayacağınız bir bataklığa… Eğer çabalarsanız daha da batarsınız. Çekip çıkarmak mümkün olmaz sizi o çamurdan… Ruhunuz zaten artık bedenden kopmuş, sevgilinin vücudunda saplantılı bir filiz vermeye başlamıştır!
Fransızların papatya falları, bizimkinden farklıymış. Onlar papatya falına “Seviyor /Sevmiyor” diye bakmaz sevgiyi de derecelendirirlermiş:
Un peu – biraz
Passionement – tutkuyla
A la folie – delice
Pas du tout – hiç
Filme adını veren “À la folie… pas du tout” buradan geliyor: “Delice ya da Hiç”.
Sonuçta bir kalp uzmanının, kalbinin sıkıştığı anlar üzerine bir “kara komedi” olarak da nitelenebilecek “Seviyor, Sevmiyor”, “her hikâyenin bir de öteki yüzü vardır” mesajında, iyi bir film.
Ve bir bakıma her aşk hem delice hem de hiç! Karşınızdaki hem her şeyiniz, hem de hiçbir şeyiniz…
Onun hiçbir şeyi olmaktan başlayıp her şeyi olmaya doğru yürüdüğünüz, her şeyi olduğunuzda çözülüp hiçbir şeyi olmaya doğru çözüldüğünüz bir şey aşk!
İlişkilere bir de bu yönden bakmak isterseniz bu filmin penceresini açın derim. İyi seyirler…
Seviyor, Sevmiyor
Yönetmen: Laetitia Colombani
Oyuncular: Audrey Tautou, Samuel Le Bihan, Isabelle Carre, Clement Sibony, Sophie Guillemin, Eric Savin, Michele Garay
Senaryo: Laetitia Colombani, Caroline Thivel
Görüntü Yönetmeni: Pierre Aïm
Prodüksiyon Tasarımı: Jean-Marc Kerdelhue
Kurgu: Véronique Parnet
Kostüm: Jacqueline Bouchard
Set Dekorasyonu: Odile Hubert
Müzik: Jérôme Coullet
Yapım Stüdyosu: Samuel Goldwyn Films
Türkiye Dağıtımı: Özen Film
Gösterim tarihi: 31 Ekim 2003