Aydilge Connection
Sobe  2009
Kilit   2011
Aşk Notası   2011
Netbul Söyleşisi
 Korkmayın, girin Küçük Şarkı Evreni'ne...


Biraz sıranın dışına çıkıp, asi bir kız çocuğu olarak masal dünyasında gezintiye çıkmak isterseniz çalabileceğiniz bir kapı var. Küçük Şarkı Evreni’nde sizi ağırlamaktan hoşnut olacak biri bekliyor: Aydilge. Bakmayın masal dünyası dediğimize size gerçekleri de söyleyecek ama canınızı hiç yakmadan, tatlı tatlı…

Aydilge’yi tanımayanlar için nasıl bir müzik yaptığını anlatır mısın?

Arkadaşlarım, albümün çıkacağını bilenler hep merak ediyordu nasıl bir şey çıkacak diye. Grubumda çalan arkadaşlar da buna cevap veremiyorlardı. Aydilge ne yapıyor diye. En son Aydilge gibi bir şey yapıyor dediler. Şarkılarım için ne hissediyorsun diye sordum Aranjörüm, dostum ve de müziklerin efendisi Atakan Ilgazdağ’a. Bana “Senin şarkıların da senin gibi, ne zaman, nerden ne çıkacağı belli olmaz. Her an her şey olabilir” dedi.

Tanım yapmak ne kadar doğru ama Rock hamuruyla yoğrulmuş Doğu motifleriyle süslenmiş ve her yerde kolay bulunmayan alternatif bir pasta bu diye tanımlamıştım. Hızlı yerseniz midenize oturabilir çabuk tüketmeyin tadını çıkararak yiyin. Değişik bir şey yaptığımı biliyorum ama hiçbir şey sonuna dek özgün değil sonsuz özgün olamaz. Sonuçta hepimiz bir şeylerden etkileniyoruz. Ama sonuçta çıkan şey değişik bir damak tadına sahip olanlara hitap ediyor.

Sen kimlerden etkilendin?

Açıkçası çocuk korosuna girdiğim zaman Türkiye’nin ilk Türk Sanat Müziği Çocuk Korosu’ydu. “Dede Efendi”, “Dönülmez Akşamın Ufkunda” söylemiyorduk ama Türk Sanat Müziği formatlı çocuk şarkıları söylüyorduk. Oradaki enstrümanlar Türk Sanat Müziği enstrümanları olduğundan, ut olsun, kanun olsun o tınılar mutlaka kulağımda kalmıştır. Onun dışında aslında Batı soundu’yla yetiştim. Koroda aşırı baskıcı bir eğitim vardı orda şunu dinlemeyeceksiniz bunu dinleyeceksiniz diye...

Klasik müzik dinleyeceksiniz kulağınız kirlenmeyecek Pop dinlemeyin, Rock dinlemeyin şeklinde telkinler vardı sürekli. Oradan çıktıktan sonra özgür hissettim kendimi. İstediğim şeyi dinleyecektim. Gidip müzik markete benim istediğim şeyi alıyorum duygusu çok önemliydi. Çünkü orda size repertuar veriyorlar 20 şarkılık, bu şarkıyı sevmeseniz de okuyorsunuz. Korodan çıkınca Beatles başladı bende. Dur durak bilmeden Beatles dinlerdim. Sonra Radiohead, Seatle soundu, Nirvana tarzı gruplar. Bir tarafım Çerkez, belki oradan genlerden geçen bir şey olabilir. Çerkez kültürü yaşanmıyor evimizde ama belki genetik olarak geçen bir şeyler olabilir.

Ben İbrahim Tatlıses dinlemiyorum ama mutlaka birileri dinlerken kulağımın bir yerine giriyor. O yüzden özellikle yaylı kullanırken darbuka kullanırken arabeske girmemeye dikkat ettim. Şimdi sentez modası var. Tamam sentez yapalım da çamur yapmayalım. Kokoş kadınlar gibi takıp takıştırmak gibi bir şeye benzetiyorum ben onu. Hint eşarbını takayım şuradan Çinli kolyesi… biraz buna benziyor. O zaman birbirine uymayan bir sürü şey karman çorman bir şey çıkıyor ortaya. Ona çok dikkat ettim bunun kıvamını iyi tutturmak lazım. Yaylıları biraz abarttın mı darbukayı olur olmaz her yere koydun mu acayip yapmacıklı oluyor. Karmaşa oluyor.

O zaman sen bunların hepsinden özenle kaçındın?
Evet ona çok dikkat ettim. Çünkü herkeste bu artık günümüz insanının sorunu böyle eksik parçaları olan yap bozlara benzetiyorum kendimizi. Parçalarını bulamıyorsun çünkü artık eskisi gibi kimlik sabit bir şey değil. Günümüz toplumunda devamlı her şey değişken sürekli birbirine girmiş durumda, sınırlar kalkmış. Bu durum insanda acayip bir boşluk hissi de yaratıyor. Beraberinde içindeki boşluğu neyle dolduracağını bilememenin verdiği bir şey oluyor. Onu koyayım bunu da koyayım. İnsanlar çaresizlikten kendilerini neyle doyuracaklarını, tatmin edeceklerini bilmeden buldukları her şeyi ruhlarına sıkıştırmaya ve tıkıştırmaya çalışıyorlar.

O yüzden ben de mesela tabi ki boşluklarım var, parçalarımı bulamadığım yerler. Çocukken yap bozun parçalarını söküp kaybederdim. Yerine etrafta varolan şeyleri koymaya çalışmazdım, kendim bir şey yaratıp o boşluğa uydururdum. Şimdi müziği de öyle yapıyorum dışardan aldıklarım aman şunu koyayım buraya elektro gitar koyayım değil kendi içimden çıkan kendi malzememle üretmeye çalışıyorum.

Asi misin?

Asi bir karakterim var. Çocuksu masum olarak da tanımlarlar beni arkadaşlarım. Öyleyim genellikle. Ama şöyle de bir şey var. Asi olmak demek hırçınlık kavgacılık agresiflikle paralel giden bir şeymiş gibi algılanıyor. Ben asiyimdir, yapım öyledir ama bunu ben kavga ederek ortaya koymam. Şarkı yazarım, kitap yazarım. İlla bağırarak bir şeyleri ifade etmeye gerek yok. Sözlerimde de bir şey eleştirdiğim zaman kör gözüne parmak şeklinde değil. Başka usturuplu bir şekilde ifade etmeye çalışıyorum. Savaşa hayır diye bağırmam ama başka bir şey söylerim o zaten savaşa, bombalara hayır demek olur. Ama onu direk söylediğin zaman samimiyeti kalmıyor. Ama asi bir yanım tabi ki var çünkü koroda huzursuzdum çünkü bana söylemem yapmam gereken şeyler dikte ediliyordu.

Diğer yandan koronun çok avantajları da vardı. Konserler veriyorduk. TV’de sürekli bizim şarkılarımız dönüyordu. Buraya İstanbul’a gelip kayıt yapıyorduk. Stüdyoya girme kayıt heyecanı bunlar benim için son derece önemli şeylerdi. Küçük bir çocuk için sahnede olmak. Solo okudum iki kere onlar çok büyük tatmin veriyor. Güven sağlıyor. Şu da var o sıralar çok bilincinde değildim ama şimdi iyi ki gitmişim diyorum çünkü solfej, şan eğitimlerini oradan aldım. Çok sıkı bir eğitimdi. O sırada tabi aklım fikrim bebeklerle oynamakta, babamla parka gitmekteydi. 6’şar saat şarkılar okumaktan gına geliyordu.

Koroya girmem bilinçli bir istek değildi çünkü çocuktum. Annem şiir yazıyor şairlik var hep çok güzel şarkı okumak istemiş ama kulağı yok. Ben karnındayken hep dua etmiş: Allah’ım benim sesim çok kötü kızımın çok güzel bir sesi olsun. Dualarım gerçek oldu der.

Annemin de babamın da desteği var. Babam da tıp adamı doktor. İnsanlar, anlamadıkları şeylere tepki koyar ve ondan uzaklaşırlar. Babam her zaman, anlamadığı bir konu bile olsa hep destek olmuştur. Sonuçta elektro gitarımı alan babam 14 yaşımdayken. Evin garajını prova stüdyosu yapmama izin veren babamdı. Saçmalama diyebilirdi. Onlara müzik yapardım garajın kapısını açardım. Hatta eniştem (ablam o sırada flört ederken) onlara romantik şarkılar çalardım. Başka işlere de yaradı yani müzik yapmam.

Ay’ın hayatınızdaki önemi nedir?

Adımı ben koymadım ama ayın benim için şöyle bir anlamı var: Sanki küçük prensin gezegeni gibi bir şey çağrıştırıyor bana. Küçük Şarkı Evreni dememin de nedeni o. Kendime ait bir dünya içine girip saklanabileceğim bir evren. Bütün bu günlük hayatın rutin birbirini takip eden son derece bunaltıcı sıradanlıklarından kaçmayı sağlayan gidebileceğim bir ortam, Ay benim için. Gezegen aydan bahsetmiyorum, bu şekilde gitmekten ama bende hayali bir imgesi var, sanki beni koruyan gizli bir iletişim varmış gibi. Bir de mitolojiye ben çok meraklıyım orda da hep Ay’ın mistik bir gücü vardır. Şarkılarda da mistik bir şey çıkıyor içimden. Ay’la ilgili bir şeyler geliyor aklıma.

Küçük şarkı evreninde kendine ait bir dünya yaratmışsın ama bir yandan da insanları davet ediyorsun. İnsanların senin dünyana girmesi seni rahatsız etmez mi?

Ben müzik yapıyorken hiçbir zaman kendim çalıp kendim dinleyeyim niyetiyle yapmadım. Ürettiğini paylaştığın zaman bir anlamı oluyor. Benim için şu önemli ben korkmadığım için kapılarımı açtım. Tabi ki her giren orda çok güzel şeyler söylemeyecek belki birisi gelip çöp atacak belki birisi cesaret edemeyecek kapıdan bakıp gidecek belki birisi çok daha mankenlerin dolaştığı paraların harcandığı bir evreni tercih edecek. Ama ben ne insanları kollarından tutup zorla o evrene sokmaya çalışacağım ne de gelen insanlara siz gidin diyeceğim. Gelen insanlara kapıları açıyorum bunun nedeni misafir çağırıyorsan onu iyi ağırlaman gerekir.

Stüdyo psikolojisiyle ilgili bazı şeyler...

Stüdyo psikolojisi gerçekten farklı bir şey. Kocaman bir odada tek başına duruyorsun. Mikrofon sana bakıyor, sen ona. Hatta sana meydan okuyor. “Söyle bakalım şarkını, haydi söyle kolaysa!” gibilerinden. İster istemez korkuyorsun. Karşındaki camekânın arkasında tonmaysterin, aranjörün, prodüktörün, senden mükemmel bir performans çıkarmanı bekliyorlar. Sen de kendinden bunu bekliyorsun aslında. “Peki ya yapamazsam” düşüncesi gelip kaskatı oturabiliyor midene. Konsantre olmaya çalışıyorsun. Bu görevi yerine getirmek zorundasın. Saatlerce ayakta kalıp, sırtının ve belinin ağrısına katlanarak, her “olmadı baştan” uyarısında, yılmadan yeniden başlayarak, belki aynı şarkıyı yirmi kez okuyarak devam etmek zorundasın. Ama ekibin iyiyse, senle nasıl konuşacaklarını, seni nasıl rahatlatacaklarını iyi biliyorlarsa, sorun yok.

Aranjörüm Atakan Ilgazdağ, kayıtların başından sonuna kadar hep işinin başındaydı. Üç senedir beraber çalıştığımız için artık benim ne hissettiğimi, ne zaman gerildiğimi, ne zaman yorulduğumu gözümden anlıyor. Bir de çok “cool” bir görüntüsü olmasına rağmen, aslında çok komik espriler yapar. Hakikaten o stresli ortamda, pat diye yaptığı esprilerinin bana çok faydası oldu diyebilirim. Hakan Kurşun da her fırsat bulduğunda, stüdyoya geliyordu. Onu görünce heyecanlanıyordum, elim ayağım birbirine giriyordu ilk başta, ama sonra alıştım tabii. Hakan Kurşun, çok büyük bir müzisyen, sanki hata yaparsam çok ayıp olacakmış, bana olan inancını boşa çıkaracakmışım gibi düşünüp geriliyordum. Ama yanıma gelip “mükemmel okumuşsun, çok güzel” diyerek hep rahatlattı beni.

Bir de kısaca kitaplar...

Uyuşturucu bağımlısı bir piyanist ile mazoşist eğilimleri olan genç bir kızın bağımlılığa dönüşen aşklarının hikâyesi bu. Manevi açlığını uyuşturucuyla doyurmaya çalışan Ozan ve içsel çatışmalarını kendi bedenine zarar vererek dindirmeye çalışan sevgilisinin, sevgi açlığını anlatmaya çalıştım. İlk romanım Bulimia Sokağı ise yediklerini kusarak, topluma ve kendine karşı duyduğu öfkeyi atmaya çalışan bulimik bir genç kızın hikayesi.

Yalnız bir şeyin altını çizmek istiyorum, ben uyuşturucu yada bulimia üzerine kitap yazmadım. Bu konulardan yola çıkarak tüm gençlerin yaşadığı sıkıntıları dile getirdim. İnsanın dış görünümünün, gerçekte kim olduğunun önüne geçtiği günümüz toplumunda, bize sürekli yetersiz olduğumuz ve ancak başkası gibi olduğumuzda tamlanabileceğimizi söyleyen ve bununun için de sürekli bir takım ürünleri tüketmemizi salık veren bir sistemde yaşıyoruz. Kitaplarımdaki karakterler de pek çok genç gibi sürekli bir eksiklik ve yabancılaşma hissiyatı içerisindeler. Birilerinin bunları anlatması gerekiyordu.

Next  Diğer Söyleşiler
Milliyet Cadde söyleşisi: Rock söyleyen cici bir kızım
Hürriyet Kelebek söyleşisi: Sahneye çıktığımda kafayı yiyorum
E-Kolay.Net söyleşisi: Aşk İyileştirir
Form Sante söyleşisi: 90-60-90'lık Cehennem
Siyahperde.Net söyleşisi: Rock star olmayı canım istemiyor
Akademi Bülteni söyleşisi: Popüler olmak umurumda değil...

Ana Sayfa  |  Biyografi  |  Küçük Şarkı Evreni  |  Sobe  |  Kilit  |  Şarkı Sözleri  |  Resim Galerileri  |  Kitapları  |  Öyküler  |  Söyleşiler  |  Greenpeace Projesi
Aydilge Connection     XML Site Haritası   RSS Feed   HTML Site Haritası
Bu sitenin dizayn ve içeriği See-Aych tarafından gerçekleştirildi. Bu site en iyi Internet Explorer ile 1024/768 ve 1280/1024 çözünürlükte görüntülenir. Aydilge'nin resmi web sitesi değildir. Aydilge ve EMI Music Türkiye ile herhangi bir resmi bağlantısı yoktur. Copyright © 2012
E-Mail