Aydilge Connection
aydilge öyküleri
Aydilge Sarp
aydilge sarp
 Jane'in Özürü
Diğer Öyküler   

Önce sol sonra sağ saçını taradı. “Saçın sağı solu olur mu hiç” demeyin. Bebekliğinizden beri saçlarınızı hep ikiye ayırırsanız (iki örgü, iki atkuyruğu, ikili sepet) saçınızın sağı da olur solu da. Jane’in sol saçı gözüne daha parlak, daha canlı görünürdü. Bunun nedeninin camdan gelen güneş ışığının sol tarafına vurması olduğunu bilse de, sol saçını daha çok seviyordu işte.
Siyaha yakın uzun saçlarını düz taramış ve ortadan ikiye ayırmıştı. Sonra, dünden hazırlayıp yatağa koyduğu bembeyaz, hafif mini elbisesini giydi. Yeterince güzel olduğuna inandıktan sonra, nişanlısını beklemeye koyuldu.

Sonunda korna sesini işitti ve fırladı yerinden. Sıradan merhabalardan sonra arbaya binip ilerlediler. Biraz cilve yapmak için “Beni seviyor musun?” diye sordu delikanlıya. “Hayır seni sevmiyorum” dedi oğlan.

Jane, bunun bir şaka olduğunu düşünerek oyunu devam ettirdi: “O zaman niye evleniyorsun benimle?”

Oğlan, “Hayır” derken takındığı ciddiyeti bozmadan “Çünkü birisiyle evlenirsem iyi olacak” dedi, “Zaten kaçımız aşk evliliği yapıyoruz ki? Belli bir yaşa gelince evlenmek gerekir; bu yedi yaşında okula başlamak, onsekizinde üniversiteye gitmek, yirmidördünde işe girmek gibi bir şey…”

Jane bu işin şaka olmaktan çıktığını fark etmişti. Hem sevgilisi hiç de şakacı sayılmazdı. Gittikleri arkadaş toplantılarında yapılan esprilere karşı şu andaki ciddiyetinin aynısını takınırdı. Hatta Jane dahil, birçok insan onun çok soğuk olduğunu düşünürdü.

Bu gerçek; içinde öyle bir korku yarattı ki, tereddütle “sen ciddisin galiba” diyebildi. Sesine yansıyan sıkıntı, kekelemesine de yol açmıştı.

“Tabii ciddiyim” cevabını işitince deliye döndü, lanetler yağdırdı nişanlısına. Davetsiz misafirler gibi gelip kurulmuştu beynine nişanlısının sözleri. Bu sövüp saymalar da onları defetmeye yetmedi. Anlaşılan beynini yiyip bitirinceye kadar da gitmeye niyetleri yoktu.

Arabadan inip, ortamdan kurtulmak istedi. Aslında nereye gitse beyninin de onunla geleceği kesin olduğuna göre sorunlar da onunla gelecekti. Ama kaçmak bir umuttu yine de.

Oğlan ise şaşkın şaşkın “İyi de sen sanki benden farklı mısın?” dedi. “Sanki sen benim için yanıp tutuşuyor musun?” Sen de benim gibi hayatın bir gereği olduğu için evleniyorsun. Bana aşıkmışçasına cilveler yapıp, mutluluk yalanı uydurarak, bu gerçeği örtemezsin ki. Aşık olmadığını sen zaten biliyorsun, o zaman neden bu gerçek yüzüne söylenince şoka uğruyorsun? Bu, gözlerinin kahverengi olduğunu sana söylemem kadar doğal. Senin şaşırmansa o kadar saçma”. Oğlan bütün bunları içtenlikle söylüyordu. Onu kızdırmak, üzmek gibi bir niyeti yoktu.

Jane kapıyı hışımla çarpıp, yüremeye başladığında, diğerlerinden sıyrılıp kızın beynini kemiren oğlanın son sözleriydi. “Bildiğin şeyler yüzüne söylenince neden şaşırıyorsun?” deyip duruyordu kendi kendine. Kabul etmesi güç de olsa, şöyle bir düşündüğünde; bir alışkanlık ve yapılması gereken şey olarak gördüğü “AŞIK” numarasını yaptığı doğruydu. Ama bu gerçek birden yüzüne vurulunca tokat yemişe dönmüştü. Ne de olsa bu yalana öyle çok alışmıştı ki; bu onun için bir gerçeğe dönüşmek üzereydi.

Nerede olduğunu umursamadan hızla yürümeye devam etti. Oğlanın sözleri tekrar tekrar aklına takıldı. Bay Josef de ona doğru geliyordu. Hafif göbekli, tıknaz, maymuna benzer bir adamdı ama çok da neşeliydi ve etrafını sık sık kahkahalara boğardı. İçindeki dertleri kimseye söylemezdi.

Böyle neşeli oldukça insanların onu daha çok sevdiğine inanıyordu. Bu da bir gerçekti doğrusu. “Ağlayarak değil, annesinin karnından gülerek çıkmış bu adam” diye düşünürdü Jane ve diğerleri. Kız bu kadar mutsuzken, hasetle karışık bir duyguyla, böyle neşeden çatlayacak bir adamla karşılaşmak istemiyordu.

Görmezlikten gelmeye çalıştı ama “Günaydın Jane, nasılsın?” diyen sesini duydu Bay Josef’in. Kafasını yerin bin kat dibinden çıkarıp adama baktığında, yüzünde her zamanki gibi aptal sırıtışın olmadığını gördü. Sanki adamın başlı başına yüzü yok olmuştu. Çünkü gülümseme Bay Josef’in yüzünün bir parçası değil, tamamıydı.

Birden soruya cevap vermesi gerektiğini hatırlayıp bütün iç çöküntüsüne rağmen, “İyiyim efendim, siz nasılsınız?” dedi.
“Berbat durumdayım” dedi adam. “Kalbim ağrıyor, başımda korkunç bir sızı var. İşlerim de pek iyi gitmiyor bu aralar. Hem seni hiç iyi görmedim, nedir bu suratın muşmula gibi?” deyiverince şok oldu Jane.

Ne olmuştu bu adama, bu güler yüzlü, dertsiz, tasasız adamın, bugüne kadar hiç şikayet okunmayan dudaklarından niye bu kelimeler dökülüyordu? Neden beklenen o sıradan “İyiyim kızım, iyi günler” lafları dökülmemişti ağzından? Adamın yüzüne sanki başkasının dudakları takılmıştı. Ayrıca ona muşmula demesine ne demeliydi?

Gerçekten ne diyeceğini bilemedi. Aptal aptal Bay Josef’in suratına baktı ve “İyi günler” deliyip uzaklaştı. “Bugün herkes bir garip” diye geçirdi içinden.

Birkaç dakika sonra kasabanın tek lokantası olan Lacive’s’in önünde durdu. Sinirli olduğu zamanlar hep yemek yediğinden, ayakları onu buraya getirmişti. Şimdi öfkelendiği şeylere çatalı, bıçağı saplayıp, onları hınçla çiğneyip yutacaktı.

Aslında Jane’e göre lokantanın yemekleri hiç de güzel değildi. Tek lokanta burası olduğu için buraya gelmekten başka şansı yoktu. Belki de aşçı değiştirilmeliydi ama bunu kimseye söylemeye gereksinim duymuyordu. Herkes gibi o da alışmıştı artık ve daha iyisini aramıyordu.

Az sonra içeri daldı. Onu her zamanki garson Mike, her zamanki yerine oturttu. Jane de her zamanki gibi ona en güzel yemeği sordu. Ama Mike’in cevabı her zamanki gibi değildi. “Hiçbiri güzel değil” dedi Mike. “Sen de biliyorsun buradaki yemeklerin hepsi kokuşmuş. Ahçı tuvaletten çıkınca bile elini yıkamaz, bense ondan beteri. Neyse sen ne yemek istersin?”

Jane afallamıştı yine, kekeleyerek “Bana bir çorba getirir misin?” dedi.

“Olur tabii, ancak dünden artmış yağ ve domatesle yapıldı” dedi garson.

Jane’in tepesi iyice attı. “Bu ne rezalet!” diye bağırdı. “Hem bir kabahat işliyorsunuz, hem de açık açık söylüyorsunuz”
Jane’in senli benli konuşmasının siz biz şekline dönüşmesine hafif bir tebessüm etti garson. Aslında saygısızlık veya kusur etmek niyetinde değildi. Bütün saflığı ve samimiyetiyle söylüyordu bunları. “Sen zaten biliyordun” dedi. “Yüzüne söylenince neden şaşırıyorsun?”

Bu sözler Jane’e nişanlısının sözlerini anımsattı. Aşık olmadığı yüzüne vurulunca, önceden bunu bilmesine rağmen neden sinirlenmişti? Sanki iyi bir tiyatro oyuncusuydu da, bir tek kendini iyi oynayamadığı için insanlar onu beğenmiyordu.

Sinirleri bozuk bir halde dışarı attı kendini. Hiçbir şey de yememişti. Bildiği şeyleri garsondan öğrendikten sonra, o iğrenç yemekleri yiyemezdi artık. Keşke bu konuşma olmamış olsaydı da, o da gözünü yumup yemeğini yiyebilseydi.

Biraz avutulmak ihtiyacı duyuyordu. Arkadaşı Linn’i aradı hemen. Onunla buluşup buluşmayacağını sordu. “Hayır, bugün hiç canım buluşmak istemiyor” diye yanıtladı Linn.

“Neden, bir işin mi var?” diye sorunca Jane’e, “Yoo, sadece dediğim gibi bugün buluşmak istemiyorum. İlla bir işim mi olması gerekiyor?” dedi.

Jane de telefonu kızın suratına kapattı. “Bugün herkes kafayı yemiş” dedi içinden. Yapayalnız hissetti kendini ve yolun ortasında hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Bir polis memuru yaklaştı yanına. “Sizin sinirleriniz bozulmuş, yardım edebilir miyim?” dedi. Jane “Hayır, ben çok iyiyim, hiçbir şeyim yok. Rahat bırakın beni” deyince polis memuru “Yoo, siz dürüst değilsiniz. Maalesef sizi tutuklamak zorundayım” diye açıkladı.

Ardından Jane, ne olduğunu anlamadan kendini karakolda buldu. “Dürüstlük yasasından haberiniz yok mu?” diye çıkıştı karakol amiri. “Sizi mahkemeye çıkartacağız”

Mahkemede yargıç Jane’e “Bildiğin şeyler yüzüne söylenince niye sinirleniyorsun?” diye sorunca, Jane, nişanlısını ve garsonu hatırladı. Bıkmıştı artık bu sorudan.

“Niye hoş olmayan şeyleri yüzlerimize vurup, birbirimizi rahatsız edelim ki?” diye savundu kendini.
Yargıç ise şu cevabı verdi: “Senin zaten bildiğin şeylerin; sırf sinirin bozulmasın diye söylenmemesinin, kendini kandırmaktan başka neye yarıyacağını söyler misin bana? Gerçekliği olmayan ve var olmayan bir şeyin getirdiği huzur ne kadar gerçektir ve vardır?”

Boğazındaki gıcığı temizledikten sonra devam etti: “Evet şimdi kurallara uyap hepimizden özür dilemelisin”

Ama içindeki öfkeyi susturamadı, saklayamadı bu sefer Jane. “Özür dilemek istemiyorum. Çünkü hata yaptığıma inanmıyorum. Ben doğduğumdan beri sizlerden bunu gördüm ve ben de sizin gibi oldum. Şimdi bu neden suç olsun, söyleyin bana. Siz, birdenbire katıksız dürüstlükten bahsediyorsunuz. Küçük yalanlar söylüyorum diye beni suçluyorsunuz! Bunlar pembe yalanlar” dedi.

Yargıç sözünü keserek, hafif sinirlice “Yalanın rengi falan olmaz, bu da insanı vicdanen rahatlatma için söylenmiş başka bir yalandır”

Jane “İki gün önce hepinizin söylediği yalanlardı bunlar. Ben bir hata yaptım ve bu sahte ilişkileri ve yalan dünyayı sorgulamadan kabullendim ama şimdi aynı hatayı yapıp, sorgulamadan bu dürüstlük yasasını kabullenmeyeceğim. Bakarsınız yarın karar değiştirip, ‘Gerçekler acıdır, biber de acıdır’ gibi saçma şeylerle karşıma çıkarsınız!” dedi ama bir yandan da “Özür dileyip kurtulsa mıydım acaba” düşüncesi aklını kurcalıyordu.

Ama bu düşünceden yargıcın alkışlarıyla sıyrıldı. Yargıç “Özgürsün kızım” dedi. “Bu bir denemeydi. Yalan söylemeyip, özür dilemedin. İçinden geleni söyledin. Dürüstlüğe attığın adıma dışarıda devam et. Cezadan kurtuldun” dedi.

Diğer Öyküler   

Ana Sayfa  |  Biyografi  |  Küçük Şarkı Evreni  |  Sobe  |  Kilit  |  Şarkı Sözleri  |  Resim Galerileri  |  Kitapları  |  Öyküler  |  Söyleşiler  |  Greenpeace Projesi
Aydilge Connection     XML Site Haritası   RSS Feed   HTML Site Haritası
Bu sitenin dizayn ve içeriği See-Aych tarafından gerçekleştirildi. Bu site en iyi Internet Explorer ile 1024/768 ve 1280/1024 çözünürlükte görüntülenir. Aydilge'nin resmi web sitesi değildir. Aydilge ve EMI Music Türkiye ile herhangi bir resmi bağlantısı yoktur. Copyright © 2012
E-Mail