aydilge sarp
|
"O", "Öteki" ve "Beriki"ler
|
Diğer Öyküler
|
Yağmur yağıyordu ve “O” çok üşüyordu. Ateşe dönüşmüş gözyaşları aktıkça yüzünde derin yaralar açıyordu. Yürümek, yağmurun altında… Neydi, nasıl bir duyguydu yürümek yağmurun altında “O” için…
Bilinçsizce attığı adımlar “O”nun da fazla ilgisini çekmiyordu nereye gittiğini. O yüzden hiç zorlamadı onları, bir açıklama yapmak için. Ayakları ve “O” ayrı parçalar halinde yürüyorlardı. Yalnız başınaydı ve korkular içindeydi.
Birden durdu ve düşündü. Evet evet; kalbinden esen kasırga ve gözlerinden geçen siyah bulutlardı kirpiklerinden yağan yağmurun nedeni. Birilerine ihtiyacı olduğunu düşündü ve korkuttu “O”yu yalnızlığı. Herkes “O”yu terk etmişti. Arkadaşları dertleri olmuştu; dertleri ise tek arkadaşları.
Sanki “O” ister miydi sorunlarla sırdaş olmak? Kendi düşmanlarıyla sevgiyi paylaşmak gibi bir duyguydu bu. Birilerine ihtiyacı vardı. Gerçek dostlara ki, “O” yalancı dostlara bile razıydı artık.
“Öteki” ise, “Bitti, herşey bitti” diye haykırdı; oturduğu masaya bütün kuvvetiyle vurarak. Mavi gözlerindeki nefret çiçeklerini soldurmamanın acısıyla; buket buket yansıttı onları, acı dolu bakışlarıyla.
Ne yapıyordu, niçin buradaydı; hayatını böyle acımasızca nasıl, niye harcıyordu? Hep başkalarının etkisinde kalmış ve hiç zaman ayıramamıştı kendine; bir kez bile doya doya sevememişti, o kocaman mavi gözlerini. Oysa her üzüldüğünde ona birilerinden parlak gözyaşları armağan eden o mavi okyanuslar değil miydi?
Bir daha bakındı etrafına. Gözleri bilinçsiz bakışlar yaratarak sanki dalga geçiyorlardı “O”yla. Birşeyler görebilmek için, kendini biraz daha zorladı. Kendisi kadar olmasa bile isten kararmış çirkin apartmanlar gördü. “Haksızlık” diye düşündü. O çirkin apartmanların bile ziyaretçileri vardı; içinde yaşayanlar, çocuklar, belki de onu sevenlerle doluydular.
Oysa “O”nun kimsesi yoktu. Gözlerini gözyaşlarından başka kimse ziyaret etmiyordu. Sıkılıyordu, hem de çok sıkılıyordu bu dünyada. Cehennem acısından fazla acı çekiyordu. Keşke ölümcül bir hastalığı olsaydı da kurtuluverseydi bu acı nöbetlerinden.
Bir daha bakındı etrafına. Gözleri bilinçsiz bakışlar yaratarak sanki dalga geçiyorlardı “O”yla. Birşeyler görebilmek için, kendini biraz daha zorladı. Kendisi kadar olmasa bile isten kararmış çirkin apartmanlar gördü. “Haksızlık” diye düşündü. O çirkin apartmanların bile ziyaretçileri vardı; içinde yaşayanlar, çocuklar, belki de onu sevenlerle doluydular.
Bir daha bakındı etrafına. Gözleri bilinçsiz bakışlar yaratarak sanki dalga geçiyorlardı “O”yla. Birşeyler görebilmek için, kendini biraz daha zorladı. Kendisi kadar olmasa bile isten kararmış çirkin apartmanlar gördü. “Haksızlık” diye düşündü. O çirkin apartmanların bile ziyaretçileri vardı; içinde yaşayanlar, çocuklar, belki de onu sevenlerle doluydular.
Oysa “O”nun kimsesi yoktu. Gözlerini gözyaşlarından başka kimse ziyaret etmiyordu. Sıkılıyordu, hem de çok sıkılıyordu bu dünyada. Cehennem acısından fazla acı çekiyordu. Keşke ölümcül bir hastalığı olsaydı da kurtuluverseydi bu acı nöbetlerinden.
Birine anlatsaydı da hafifletseydi acısını, herhangi birine… Belki, o çirkin apartmanlara anlatmalıydı derdini; hayattan nasıl bezmiş olduğunu, gelecekten de ne kadar ümitsiz olduğunu haykırmalıydı belki onlara ve beklemeliydi onu yıkacak çok ama çok acı olan gerçekleri söylemelerini apartmanların: “Senin için ümit yok!”
“Öteki”, artık kimseyi görmek istemiyordu. Kendi başına yapayalnız bir hayat geçirmek onun için en iyisiydi. İnsanlardan ne kadar uzak durursa o kadar az acı çekerdi. Hatırladıkça insanların ona çektirdiklerini, midesine korkunç kramplar giriyordu. Sevmiyordu onları, sevmiyordu işte.
Dostları düşman olmuş, ailesi onunla ilgilenmemişti. Değer verdikleri, sevgisini hep boşa çıkarmışlardı. Bir sürü yakın arkadaşı, güya onu seven insanlar vardı da ne oluyordu? Tek elde ettiği şey, hayal kırıklığıydı, acıydı.
Artık kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyordu. Nasılsa kimse anlamıyordu “Öteki”ni. “Beriki”ler her zaman onun hayatını harcamışlardı. Daha da korkuncu, hayatını “Beriki”lere harcatmıştı.
Sonra, içine o sıkıntı veren düşünceler yeniden geldiler. Ne yapıyordu, neden yaşıyordu? Yapacak hiçbir işi, hiçbir amacı yoktu. Amaçları aslında “Beriki”lerin amaçlarıydı. Hayattan hiçbir zevk duymuyordu.
Ölmek, yaşamdan kurtulmak… İşte bir tek bu sözcükler onu biraz rahatlatıyordu. Kurtulmak yaşamdan ve kendini ölümün pençesine atmak!
“Ben bu kadar güçsüz müyüm?” diye sordu kendine büyük bir heyecanla, kendi aklını çelmeye uğraşan, hayata onu yeniden döndürmeye çalışan bir hevesle. Ama düşünmeye bile fırsat vermeden yanıtı, “Evet ben bu kadar güçsüzüm, sandığımdan da güçsüzüm!”
Küçük çocuğa acımasızca vurdu, hırpaladı, insanlara duyduğu nefreti onu öldürdü. Artık ona umut çiçekleri taşıyıp gelen; küçücük elleriyle, gözlerindeki nefret çiçeklerini yolmaya çalışan, çoğu kez başarısız olsa da yine de yılmayan o sevimli ufaklık da yoktu.
Yapılacak tek şey kalmıştı. İntihar sokağında uzunca bir geziye çıkıp, kendine uygun bir daire kiralamak, kendisi kadar olmasa bile sisten kararmış çok çirkin bir daire…
“O” kapıdan içeri girdi. Korkunç, çıplak bir boşluktu bu daire. Aradaki tek fark, burayı ziyaret eden birçok kişinin oluşuydu. İşte “Öteki” de onlardan biriydi.
“O”, “Öteki”ne baktığında ilk dikkatini çeken, kocaman mavi gözleri oldu. Öyle büyük bir acı ve ızdırap okunuyordu ki gözlerinde, karşısında sanki bir dertler fırtınası gibi esiyordu. O şiddetli rüzgarın etkisiyle “O” da uçuyordu. Başında uğultular koparıyordu bu esinti.
Kendini toparlayıp bir kez daha bakmaya çalıştı o sihir dolu okyanuslara ve bu sefer kendi gözlerini gördü onun gözlerinde. Aynı acı, korku, çaresizlik ve yardım ihtiyacı değil miydi bu? Aynı bıkkınlık, bezginlik; dert ve sıkıntı tohumu yeşermiş miydi gözlerinde? Hem o da, umutlarını yitirip intihar sokağına atmamış mıydı kendisini?
Birden içinde bir ümit doğdu. Belki de o hep beklediği, yardım istediği, ihtiyacı olduğu kişiydi. Güldü. Bu kadar acı çekip, kendini ölüme teslim etmeye hazırladıktan sonra, bütün hayatı boyunca aradığı kişiyi burada bulması komik olmaz mıydı? Bu mümkün olabilir miydi?
“Tanrım” diye haykırdı içinden “Öteki”. Yine mi rahat yoktu? Ölüme giderken bile “Berikiler”den biriyle başbaşaydı işte. Duraksadı; acaba o, “Berikiler”den farklı olabilir miydi? Hiçbir çıkar beklemeden sevebilir miydi?
Gözlerine bakan gözlerine baktı. Son cesaretini toplayarak, son çare olarak, kendine verdiği sözleri de son kez yakarak sordu Umut, Hayat’a: “Son bir denemeye var mısın? Benim hayatım, benim kardeşim, benim dostum, GÖNÜLDEŞİM olur musun?”
Birlikte çıktılar intihar sokağından. Ölüme yaptıkları yolculuğa bir son verip, rotalarını değiştirdiler ümitler ve mutluluklar sokağına doğru.
“Ben yaşıyorum” diye haykırdı küçük çocuk. “Sizi karşılamaya geldim. Benim sokağıma hoşgeldiniz”
|
||
Diğer Öyküler
|