aydilge sarp
|
Zindan
|
Diğer Öyküler
|
Bu zindandan çıkabilecek miydi acaba? Bilemiyordu. Kulaklarında zifiri bir uğultu duyuyordu Tuğyan. Ne kadar zamandır uyumuyordu acaba? Düşündü. Rüya görmesin diye uzun zamandır uyumasına izin verilmiyordu. Gözlerini oymuştular. Ama bu da durduramamıştı onu. Rüya görmek için göze ihtiyacı yoktu.
“İşte bunu anlamıyorlar!” dedi Tuğyan.
“Neyi anlamıyorlar?”
“Hayal, burada ne işin var? Gelmemeliydin meleğim, GELMEMELİYDİN!” diye haykırdı Tuğyan ve tam o sırada, gardiyanın öfkeli ayak seslerini duydu:
“Kahretsin, duydular sesimi işte! Geri dönmelisin Hayal, dönmelisin, geri dön!”
“Hani görmezdiler beni?”
“Görmezler. Görmedikleri ve duymadıkları için yok sanıyorlar seni. Beş duyunun sınırını geçmek yasaktır. Ben bu yüzden mahkum edildim ya! Yasaları çiğnedim ben.”
“Peki ya beni görmüyorlarsa, nasıl oluyor da...?”
“Sesimi duymuş olmalılar. Seni görünce duyduğum heyecanı, sesim onların kulaklarına taşımış olmalı. Hayal kuruyorum sanıyorlar. Hayal kurmak yasaktır.”
“Zindandan korkmuyorum. Burada seninle kalacağım.”
“Ama bu zindan zarar verir sana. Ah, Hayal! Yüreğimden hiç çıkmamalıydın. Haydi, geri dön. Çabuk, gir yüreğime saklan. Ayak sesleri daha çok yaklaşıyor. İşkence canavarı geliyor işte!
Ona çığlık senfonileri dinleten bedenine baktı Tuğyan. Birkaç saniye, derisi yüzülmüş, morarmış ellerini, üzerine kan çukurcukları oturmuş ayaklarını ve kollarını seyretti.
"Üzgünüm Hayal" dedi. "Ama kendim için değil, bedenim için; çünkü yüreğim yanmıyor; o mutlu. Acı çeken yalnızca bedenim.
Sustu. Gardiyanın ayak sesleri, iyice sıklaşmıştı.
"Kahretsin!" dedi. “İşkence canavarı birazdan burada olur. Ama üzülme, bedenim. Ben senin yanındayım. Bu gece Hayal de bizimle. Onu yüreğime sakladım”.
Gardiyanın kara gölgesi zindana düştü.
“Hayal, iyi saklanmalısın meleğim. Yüreğime sıkı tutun, düşeyim deme sakın. Gardiyanların en kötüsü, Hayal Kıran geldi işte! Bedenime yaptığı eziyetlere şahit olursan, Hayal Kıran kırabilir seni. Sen yüreğimde kal meleğim. Kırdırma sakın kendini.”
Gardiyanın gövdesi, gölgesinden sonra zindana girdi ve zifiri ağzı, zehirli sesini akıtarak sordu: “Hey, sen! Gerçek düşmanı, hayal düşkünü! Yine kendi kendine mi konuşuyorsun? Bakalım gerçeklere daha ne kadar direnebileceksin?”
“Hayaller, benim gerçeklerim; çünkü ben hayallerimi gerçeklerim.”
" Vay vay vay! Ağzın iyi laf yapıyor senin. Ama boş laf çünkü gerçek tektir. Senin, benim gerçeğim diye bir şey olamaz! " dedi gardiyan. "Hayallerse kırılmak içindir. Eğer sözümü dinlemezsen, o biricik hayallerinin içinde boğarım seni!”
“Asıl, gerçekleriniz boğuyor beni. Boş ve anlamsız kurallarınız, yasaklarınız içinde, kendi kendinizi yok etseniz de, bunu bana yapamayacaksınız!”
"Sana, neler yapabileceğimizi göstereceğim şimdi! Ben, hayallerini kırınca ne diyeceksin bakalım. Kolaysa kırık parçaları yapıştır da görelim!” diye kükredi gardiyan ve zincirini savurmaya başladı.
İşkence, belirsiz bir süre sonra sona erdi. Tuğyan'ın iyice büzülmüş bedeni, zindanın karanlığında küçücük bir nokta gibiydi artık. Kana bulanmış duvarların arasında annesini görür gibi oldu.
“Anne sen mi geldin?"
"Yavrum, ne yaptılar sana? Canın yanıyor mu?”
“Sadece birkaç hayalimi kırdılar Anne. Ama sen endişelenme. Ben daha güzellerini kurarım,” dedi Tuğyan ve sonra yüzünü derin bir endişe kapladı. Hayal Kıran'ın ayak sesleri geliyordu yine.
“Anneciğim, geliyor! Seninle konuştuğumu duymuş olmalı.”
“Yavrum, ne istiyorlar senden?”
“Herkese yaptıkları gibi benim de ruhumu yok etmek istiyorlar, anne. Yarattıkları yapay kurallara uymamı istiyorlar. İçimi boşaltmaya çalışıyorlar.Sıradanlık beni esir almak istiyor anne!"
“Sus yavrum, sesini duyacaklar.”
“Önce insanların öz benliklerine ait ne var ne yoksa boşaltıyorlar. Sonra bu boş insanları, içleri boş paketlere tıkıp hayata sunuyorlar. Farklı olanları üretim hatası sayıp dışlıyorlar, suçluyorlar. Hayallerini kıra kıra pes ettirip, onları da paketlemeye çalışıyorlar.”
“Yüreğine göm acını yavrum, sesini çıkarmamaya çalış.”
"Ben ruhumu, bu sahte uygunluk örtüsüyle örtemediğim için, onlar benim üzerimi ölümle örtmeye çalışıyorlar. Aslında kendileri çoktan ölmüşler anne. Uygunluk uğruna özlerini yok etmişler. Ruh katilidir onlar. Bütün bu olanlar toplu intihardan başka bir şey değil zaten.
Demir hamur kalıpları içinde yaşıyorlar anne. Her sabah uyanıp, işe gidip, yemek yiyip, uyuyup, ölüyorlar. Her gün tekrar tekrar ölüyorlar. Yaşamları ise takılmış plak gibi, hep aynı şarkıda dönüp duruyor. İlerlemiyor, düşünmüyor, duymuyorlar. Duyumsamıyorlar. Ve bir sonraki şarkıyı kimse merak etmiyor. Ama sen bunları düşünme şimdi. Çabuk saklan yüreğime. Birazdan eziyet başlayacak.”
“Na'ber şair? Ne konuşuyorsun yine? Haydi ötsene. Sıkıyorsa şimdi öt bakalım!" dedi gadiyan.
Tuğyan susuyordu.
"Öt dedim sana!”
Susuyordu.
“Konuşsana! Ben seni konuşturmasını bilirim!”
Hiç bu kadar susmamıştı Tuğyan.
Gardiyanın sıkı sıkı tuttuğu demir zincir, karanlıkta parlıyordu. Zinciri, tüm gücüyle mahkumun sırtına vurdu ama Tuğyan'dan hiç ses çıkmadı. Ne bir inilti, ne bir iç çekiş...
Tuğyan, annesi ve hayalle birlikte gökkuşağı tarlalarnı yakalamaya gitmişti.
Gardiyan bir kez daha vurdu. Mahkumun başından kırmızı bir sıvı fışkırdı ama hiçbir ses duyulmadı. Ne bir inilti, ne bir iç çekiş...
Tuğyan, annesi ve hayalle birlikte bulut bahçelerinde bahar topluyordu.
Bir daha, bir daha vurdu gardiyan. Kırmızı sıvı, mahkumun tüm bedenini kaplamıştı. Ama hiçbir ses duyulmadı. Ne bir inilti, ne bir iç çekiş...
Tuğyan, kendi bestelediği bambaşka bir hayatı çalmaya gitmişti. Beş duyunun çevrelediği sınırların çok ötesinde bir hayatı çalmaya...
Gardiyan demir zinciri eliyle iyice kavradı. Tam bir daha savuruyordu ki, aniden durdu. Yere tükürdü, zincirini fırlattı ve gitti.
Zincir, tüm kalıpları delip geçen, özgür bir hayalperestin terk ettiği, boş insan bedeninin yanına düştü.
|
||
Diğer Öyküler
|