aydilge sarp
|
Yazar
|
Diğer Öyküler
|
Aaa, delirecektim vallahi! Yine sinir etmişti beni. Ben de kafasına, tencere, tava ne varsa atmıştım. Beyefendi, benden özür dileyeceğine valizini toplayıp gitti. Aman ne üzüldüm ne üzüldüm!
Gözümle görmeseydim gittiğini, vallahi fark edemezdim evde olmadığını. Geceleri horlaması dışında, var olduğunu belli edecek hiçbir harekette bulunmazdı ki benim herif. Adam sanki geceleri, sırf iyi horlayabilmek için yaşıyordu.
Bütün gün hiçbir iş yapmadan otururdu. Doktorluk, avukatlık, müzisyenlik, hatta dolandırıcılıkta usta olmak için çok çabalayan gördüm de, benim herif dışında en iyi yaptığı iş sadece horlamak olan hiç kimse görmedim.
İyi olmuştu, iyi! Vallahi, çok rahat etmiştim. Benden daha iyisini bulamayacağını anlayınca geri dönecek düşünüyordum ve o zaman, ben onu içeri almayacaktım.
Bu olaydan birkaç sonra, (benim heriften sanmıştım ama ondan değildi) hiç beklemediğim birinden telefon gelmişti.
“Alo…”
“Canım, bil bakalım ben kimim?”
“Tanıyamadım, kusura bakmayın”
“Tanımazsın tabii. Aradan yirmi yıl geçti. Şimdi söyle bakalım; Işık Lisesinde, senin en iyi arkadaşın kimdi?”
“Lakapsız Nihal! Sen misin?”
“Canım benim. Bana takacak ad bulamamıştınız da ‘Lakapsız’ demiştiniz. Nasılsın bir tanem, iyi misin?”
“Ah, benim eski dostum. Ben iyiyim; sen nasılsın esas, neler yapıyorsun?”
“Ben de iyiyim canım. Telefon senin adına kayıtlı olduğundan bulmak çok kolay oldu. Soyadın da değişmediğine göre evlenmedin herhalde”
“Yok evlendim de, eşimin soyadı ‘Oyuk’ olduğundan istemedim. O da benimkini kullanmayı kabul etti. Baksana güzelim, böyle telefonda anlatılmaz bunca şey. Bir yerlerde buluşalım” dedim ve bir saat sonra Lalin Kafe’de buluşmak üzere hazırlanmaya başladım.
Reklamlardaki bütün gençleştirici kremleri sürdüm yüzüme ama hiçbir işe yaramadılar tabii… Sonra; salatalık, elma, limon kabuğu, ne varsa yapıştırdım; aman bir de ne göreyim! Sadece yirmi dakikam kalmıştı. Bir ayaklı manav gibi görünmek istemediğimden herşeyi bir tarafa bırakıp aceleyle giyindim.
Sonunda Lalin Kafe’ye gidebilmiştim. Nihal’i görünce içim rahatlamıştı. Ay bir çirkinleşmiş, bir çirkinleşmiş sormayın. Ben de yaşlanmıştım ama olgun kavun gibiydim doğrusu. O ise pörsümüş kıvırcık gibi görünüyordu. Neyse, öpüştük, möpüştük, sonra da koyu bir sohbete daldık.
“Nihalciğim, hatırlıyor musun; sınıfta Orhan diye bir velet vardı. Milli güvenlik derslerinde, yoklama alınırken ona bir işaret çakardık. O da bahçede top oynamayı bırakır, su borusundan tırmanarak, sınıf camından içeri dalardı. Yoklamadan sonra tekrar camdan çıkar, su borusundan aşağı iner ve oyununa devam ederdi. Hoca da hiçbir şey fark etmezdi!”
“Hatırlamaz mıyım? Ne çok gülerdik! Ayol, Orhan da parmak çocuk gibiydi. Na’pıyor, ne diyor; takip edemiyordu ki hoca”
“Peki ya, müdürün vatandaşlık derslerini hatırlıyor musun? Hani sürekli aynı askerlik maceralarını anlatırdı da biz de ders kaynasın diye bozuntuya vermezdik. Aramızdan biri ‘Bunu anlattınız ya hocam’ dese bile bu sefer o bozuntuya vermemek için hikayesine devam ederdi”
“Derslerimize gelmeden önce kocaman bir aslan gibi görünürdü gözümüze de onu tanıdıktan sonra, gariban bir kediden başka bir şey olmadığını anlamıştık”
“Aynı benim kocam gibi”
“Eşinle sorunların mı var yoksa?”
“Var tabii ya! Boşanıyoruz. O da bir kediden farksız. Neyse uzun hikaye. Peki ya sen evli misin?”
“Ben yeni nişanlandım. Çok harika bir erkek. Tanışmanı çok isterdim. Yalnız bir sorun var. Daha eşinden henüz boşanmadığı için bir müddet daha bekleyeceğiz. Ay kardeş, eşi bir cadaloz, bir cadalozmuş anlatamam. Zavallı Erdal’a etmediğini bırakmamış”
“Aaaa, benim kocamın adı da Erdal”
“Gerçekten mi? benim Erdal’ın cadaloz karısının adı da seninkiyle aynı”
“Hadi ya!”
O an düşünmeye başlamıştım. “Ya, bu benim kocam mı yoksa?” diyordum içimden ama bu benim başıma gelemezdi. Benim pısırık kocam böyle bir şey asla yapamazdı ama sonra dostlarımın; onun beni Nihal adlı bir kadınla aldattığını söyledikleri geldi aklıma. İçime kurt düşmüştü.
Nihal de düşünmüş olacak ki, ikimiz birden: “Yaa bu Erdal’lar yoksa aynı adam mı?” diye sorduk. Ama ben hemen kendimi toparlayıp bunun olmayacağını söyledim.
“Evet haklısın. Bunlar aynı kişiler değillerdir. Bizim kaderimiz o kadar basit yazılmış olamaz. Ama yine de ne olur ne olmaz. Ben sana nişanlımın bir resmini göstereyim. Al bak”
“Aman yarabbim bu o! Yok yok, kesin ikiz kardeşidir bu onun. Hani hikayelerin sonunda öyle olur ya! Kadınlar aynı adam zannederler ama gerçekte adam ikiz kardeşi çıkar. Aslında böyle bir son da çok bildik ve sıradan ama Erdal’ın aynı adam çıkmasından iyidir”
“Ah sorma canım, bu rezil, ahmak yazar yok mu! Nerede o? Hah işte daktilosunun başında, devamımızı yazıyor”
Hışımla yazarın yanına gittim: “Aydilge, ben böyle basit bir öykünün kahramanı olamam” dedim. “Herkes sonunu başından tahmin etti bile”
Bir de utanmadan bana: “Ne var canım!” demez mi. Üstelik Erdal da ikiz kardeş falan değilmiş; basbayağı Erdalmış!”
Ondan sonra da “Aaa, hem size ne oluyor canım. Erdal’ı ben yarattım ve de kendime saklıyorum. İkinize de yar etmem onu” demez mi.
Şimdi söyle bana okuyucu, bu yazarı döveyim mi, dövmiyeyim mi?
|
||
Diğer Öyküler
|