Aydilge Connection
aydilge öyküleri
Aydilge Sarp
aydilge sarp
 Judy'nin Julien'i
Diğer Öyküler   

Judy, o gece elindeki kitabı bitirebilmek için; onu alıp derinliklerde huzur dolu bir dünyaya götürmeye çalışan uykunun cazibesiyle cebelleşti. Sekiz yaşlarındaki bu küçük kızın göz kapakları her saniye daha ağırlaşıyordu. Bir yandan da kitapla hiç ilgisi olmayan düşünceler, okuduklarına karışıyordu. Bu yüzden aynı cümleyi çoğu kez dört beş defa tekrarlıyordu.

Yine de inatçılığı galip gelince, sabah beş sularında kitabı bitirebildi Judy. Artık gün ağırmaya, kış ayazı da uykudan kalkıp hafif hafif etrafta varlığını hissettirmeye başlamıştı. Kasaba sabah mahmurluğundan kurtulmaya çalışıyordu. Anneler, çocuklarını uyandırma, çocuklar da biraz daha uyuyabilme yollarını arıyorlardı.

Kapakları açılmış olsa da, aslında hala uykuda olan gözlerin sahipleri babalar, kendilerini görmeksizin anlamsızca aynaya bakarken, güya tıraş oluyorlardı. İlk başlarda yüzlerini kestiklerinde aniden uyanıyorlardı  ama artık bu kesikler hissedilmiyordu bile. Acıya alışsalar da doğru dürüst tıraş olmaya bir türlü alışamıyorlardı. Bu arada istemeyerek yataktan kalkmış olan çocuklar istemedikleri kahvaltıyı edip, istemeden okula yollanmışlardı bile.

İşte küçük kız da her gün aynı şeylerin yaşandığı bu evlerden birinde yaşıyordu. Hansel ile Gratel’in şeker evini anımsatan, karışık dizilmiş açık ve koyu kahve kiremitleriyle mozaik pastaya benzeyen bu evler; herkesin yüreğinde yaşattığı kırmızı panjurlu, mutlu yuva tablosunun, sanki hayata geçirilmiş örnekleriydiler.

Hani şu reklam filmlerindeki tombul yanaklı, şirinlik abidesi maviş veletler var ya, küçük kız onlara hiç benzemezdi. Kahverengi gözlü, saçlı ve tenli sıradan bir çocuktu o. Elli tonluk gözlükleri bütün yüzünü kapladığından “Judy” denildi mi önce akla o koca gözlükler gelirdi; çünkü o iri camların altında kızın ne kaşı ne de gözü görülüyordu. Judy elleri kolları olan, ayaklı bir gözlüktü sanki.

Judy onsekiz yaşına geldiğinde gözlükten arınmış güzel bir yüz ortaya çıkmıştı. Beline kadar uzayan dalgalı kumral saçları vardı artık. Yüzü, azizlerin yücelik mertebesine ulaşınca duydukları hazza benzer bir ifadeyle doluydu. Şimdiye kadar kayda değer bir günah işlememiş olmanın rahatlığı, yüzüne güneş gibi vuruyordu.

Acının buruşturmaya kıyamadığı pürüzsüz cildiyle örtülü huzurlu bedeni, okuduğu binlerce kitabın dünyasında bıkmadan usanmadan dolaşıyordu. Sekiz yaşında keşfettiği göl kenarındaki kuytu köşe, onun bu yolculuklara açıldığı yegane limandı. Ağaçların arasına gizlenmiş bu gizli yerin tek ziyaretçileri Judy ve korka korka yaprakların arasından sızan utangaç güneşin zarif kollarından birkaçıydı.

O gün yine eline bir kitap alıp köşesine kurulmuşken, canı gölün ıssız kıyısında biraz yürümek istedi. Ama yürürken yalnız olmadığını fark etti. Bir yabancı kıyıda oturuyordu. Topraklarına izinsiz giren bu gence kızgınlıkla karışık bir merak duydu Judy. Kendisini gölün tek ziyaretçisi sandığından, ruhunu oranın sahibi gibi görürdü. Ama şimdi saklı yuvası istilaya uğramıştı. Gence daha yakından bakmak istedi. İçindeki merak ve öfkeden oluşan karışım, damarlarında sinsice dolaşıyordu. Ama oğlanın umursamaz ve rahat tavrı, göl kıyısının yalnızca Judy’ye değil, tüm evrene ait olduğunu Judy’nin yüzüne vuruyordu sanki.

Ülkesini savunan yorgun ama korkusuz bir kraliçe gibi gidip yanına oturunca oğlanın yüzünü daha net görebildi ve o anda içindeki bütün öfke dindi. Hani hırsız girdi sanıp sopayı kaparsınız da sonra hırsızın, sadece uykusu kaçmış mutfakta bir şeyler atıştıran oğlunuz olduğunu görünce rahatlarsınız ya, işte öyle rahatlamıştı Judy.Kanatlarını takmayı unutmuş bir meleği andıran delikanlıya aileden biriymişcesine samimi ve yakın hissetti kendini. Onunla önceden tanıştığına emindi sanki. Ama nerede, nasıl anımsayamıyordu.

Yanına aniden oturulmasına rağmen, oğlan gözünü bile kırpmamıştı. Sanki gölün mavi renginin kaynağı gözleriymişçesine onları açık tutuyordu.Gözlerini kapasa göl beyaz olur muydu acaba? Judy merakını susturup, sessizliği konuşturmak için telaşla sordu: “Kimsin sen, seni tanıdığıma eminim ama hatırlayamıyorum”

Oğlan tüm bedeniyle Judy’e döndü. Judy daha önce hiç böyle kutsal bir yüz görmemişti. İsa’nın portrelerinde bile bu güzellik ve kutsanmışlık yoktu. Duyduğu hayranlıktan dolayı bir süre oğlanın gözyaşlarını göremedi. Sonra çığlığı bastı:
“Ama niye ağlıyorsun?”

Oğlan yine kılını bile kıpırdatmadı. Minicik bir ses çıkarmayan, azıcık bile buruşmayan bu kusursuz yüzden dökülen yaşlar sanki göz, kaş, dudak gibi yüzün doğal bir parçasıydı. Evrenin en güzel mavisiyle boyanmış gözlerin yaşları bile sanki mavi akıyordu. Yaşlar, açık maviyi silip götürür mü diye korkuyordu Judy.

“Neden konuşmuyorsun?” diye sordu Judy. İçinde kocaman, anlamsız bir neşe patlıyordu.

Oğlan donuk bakışları ve sıcacık sesiyle “Adım Julien. Benimle arkadaş olman doğru değil, ben yakında öleceğim” dediğinde ise neşe sinirlendi; çekip gitti Judy’nin ruhundan. Yerine acı geldi. Çok doğalmışçasına söylenen bu hain sözler Judy’i serseme çevirirken, oğlan gitmeye hazırlandı.

“Dur nereye gidiyorsun, bana hiçbir şey açıklamadın ki” diye bağırdı Judy.

Oğlan birkaç adım attıktan sonra durup “Ben Elizabeth’in yönetimi altındayım. O ne emrederse yapmak zorundayım. Bütün gün onun esiri olarak yaşarım. Sadece dört ile altı arasında özgürlüğümü verir. O yüzden daha fazla duramam,” diyip girdi yerin dibine.

Judy çok düşünceli döndü eve. “Yine okuduğu bir kitaba takılmıştır” diye düşünen anne ve babası, üstüne varmadılar. Kaygı uykusunu getirmişti. Kalktığında sabah olduğundan bütün geceyi kolaylıkla atlatmasını sağlayan uykuya teşekkür etti.

O gün okulu, sabahtan astı; gidip beklemeye başladı. Zaman beton zamkla yapışmış gibi ilerlemek bilmiyordu. Heyecan ve korkunun istilasına uğrayan yüreğinin içinde “kalp atışları” adı altında, makineli tüfekler ve topların (ritmik olduğu kadar da gürültülü ve rahatsız edici) marşı çalıyordu.

Her notada sarsıntıya uğrayan yüreğiyle hoplayan kız, küçük kalbinin bu yoğun bombardımanına daha fazla dayanamayıp kırılıp dökülmekten korkarken, Julien sonunda geldi ve zelzele dindi. Kızın gözleri, kumral kaşları altında sevinçle parladı ama, Julien yine ifadesiz yüzüne donuk gözlerini takıp gelmişti.

“Hiç gülen yüzü yok mu bu çocuğun? ‘Bir takıp gelse, ya da ben ona çarşıdan birkaç gülümseme satın alabilsem!’ diye iç çekti Judy. Sonra, bir an için unutmuş olduğu acı, tekrar yüreğinin kapısını yumruklamaya başladı. Judy açmak istemese de, kapıyı kırıp içeri girdi acı ve yüreğinin baş köşesine oturdu. Bağıra bağıra “Julien ölecek, Julien ölecek!” diyerek onu sıkıntılara boğdu.
O sırada Julien acıyı duydu ve “Evet öleceğim, daha doğrusu öldürüleceğim” dedi.

“Kim öldürecek seni, kim, söyle Elizabeth dediğin o kadın mı?”

Julien acıya bağışıklık kazanmış gibi görünen yorgun bedenini Judy’e çevirdi. Yine gözlerini kırpmadan ona baktı. “Sen benim en sevdiğim okuyucumdun” dedi. “Kendimi en çok senin hayallerinde beğenirdim. Kimse senin kadar güzel düşleyemezdi beni. Başka işlerle uğraştığın zaman sabırsızlanır, hayal dünyana yapacağım bir sonraki güzelim geziyi merakla beklerdim. Bana en şık giysileri giydirdin, en güzel mimikleri işledin yüzüme. Aklına gelen her türlü erdemle süsledin beni ve başıma mükemmelliğin tacını kondurdun. Ta ki…”

Julien sustu, gözlerini ağır bir makine gibi yere indirdi ve durdu. Sonra hiç değişmeyen tekdüze sesiyle “Anlasana artık Judy” dedi, “Julien’in hayatını hatırlasana!”

Beyninden vurulmuşa dönen Judy,sekiz yaşındayken okuduğu “Julien’in Hayatı” adlı kitabı birden hatırlayıverdi. “Seni kartaracağım” diye bağırarak eve koşmaya başladı. Julien orada acılı ve ümitsiz bir tebessümle kalakaldı.

Judy krize tutulmuş gibi koşuyor, yer gök ve bütün bedeni hiç hissetmediği bir duyguyla sarsılıyordu. Sanki ölümcül bir hastalığın ilacını bulmuş gibi kitaba sarıldı. Yazarın adının geçtiği bölümde “Elizabeth Frank” yazıyordu.

Bir ev kapısı için fazlaca süslü olan kapıyı iki kere tokmakladı. Üzerinde mor çiçekleri olan yeşil çorabı, çingene pembesi eteği ve turuncu kazağı ile bir sirk palyaçosuna benzeyen kadın, burnunda hızması, kulağında küpesi (bu küpeler o kadar büyük halkalardı ki, kulakları kopup düşecek sanıyordu insan) özenle karman çorman edilmiş eflatun, yeşil ve turuncu saçı ve yuvarlak yuvarlak kesilmiş salatalıkları yapıştırdığı yeşil yüzüyle koştura koştura kapıyı açtı.

Bu kadın sırf farklı yaşadığı, alışılmış düzene ve kalıplara uymadığı, herkesi bir şey beklemeden sevdiği ve bu zor hayat koşullarında hala huzur ve mutlulukla coşabildiği için deli damgası yemiş, sonra edebiyata olan yeteneğinden ötürü, kılpayı delilikten sanatçılığa terfi etmişti.

Bu nedenle, Judy kapıda onu o halde görünce hiç yadırgamadı. Ellerine kapanıp yalvarmaya başlayan Judy’yi esas o yadırgadı. “Ne yapıyorsun kızım, ben rahibe değilim,” dedi. Koskocaman ve içten bir kahkahayı da salıverdi. “Önce içeri gel oturalım, konuşalım. Derdin ne anlat,” dedi.

Judy sayıklar gibi “Kitabı değiştirin, sonunu değiştirin lütfen” diye yalvarıyordu. “Onu gördüm, inanmayacaksınız ama onunla konuşuyorum ben”

Nefes nefese kalmış kızı yatıştırmaya çalışan kadın “Ben herşeye inanırım; sen merak etme” dedi. “Ben de her gece Tolstoy’la, Rimbaud’la, Shakespeare ve daha birçoğu ile konuşurum”

Kız, kadının cevabından tatmin olmayarak, heyecan ve panik içerisinde konuşmasını sürdürdü: “Anlamıyorsunuz, O ölecek. ‘Julien’in Hayatı’ adlı kitabınızdan bahsediyorum. Julien,  ölecek işte! Çünkü kitabın sonunu öyle yazdınız; onun katili olacaksınız! Ne olur değiştirin kitabı!”

Kadın hemen itiraz etti, “Kitabın sonunda Julien ölmüyor ki,” dedi ve kızın elinden kitabı kapıp son sayfasının son cümlesini okudu: “ Julien, göle uzun uzun baktıktan sonra suya iki üç adım attı. Ondan sonra da o şehirde bir daha onu hiç kimse göremedi.”

Kadın, kıza bir göz attıktan sonra devam etti: “Julien’in boğulmuş olduğunu düşünen sensin. Ben böyle bir şey yazmadım. Biraz olumlu düşünüp Julien’in şehri terk ettikten sonra yeni bir hayata başladığını düşünseydin, Julien ölmeyecekti. Yani anlayacağın, bu benim kitabımdaki Julien’in değil, senin hayalindeki Julien’in sonu”

Judy “Aman tanrım, onun katili benim” diye haykırarak bilinçsizce kapıya koştu. Kadın onu zor zaptetti. “Bir dakika, bir fikrim var” dedi. “Kitabı değiştiremem, çünkü yazalı on sene oldu ve her yerde yayımlandı; ama yepyeni bir kitap yazabilirim. Okuduğun bir roman kahramanının canlanmasını, sizin karşılaşmanızı, bana gelişini anlatan ve sonu çok mutlu biten bir hikaye eminim ki çok satar. Sen de onu okur, kendi Julien’ini yeniden hayal edersin”

Kız, Julien’i gördüğü zamanlardaki gibi mutlu oldu, sevinçten ağlıyordu. “Teşekkür ederim” diye mırıldandı. Kadın, “Ben teşekkür ederim” dedi, “Uzun zamandır ilginç bir hikaye bulamıyordum zaten. Yalnız hemen şimdi başlayamam. Saat dört ve altı arası hiçbir şey yapamam, dinlenirim” O zaman kız, Julien’in neden hep o saatlerde serbest kaldığını anladı.

Judy sevinçle kapıdan çıkarken, kadın çekingen çekingen “Bu sıralar bir psikiyatriste gitmeyi düşündün mü?” diye sordu. Hiç üstüne alınmayan Judy “Yooo” diye cevaplandırdı.

“Amaaan boşver” dedi kadın. “Zaten psikiyatr’ların hepsi bizden beter” Sonra da neşeli bir kahkaha savuruverdi.

Diğer Öyküler   

Ana Sayfa  |  Biyografi  |  Küçük Şarkı Evreni  |  Sobe  |  Kilit  |  Şarkı Sözleri  |  Resim Galerileri  |  Kitapları  |  Öyküler  |  Söyleşiler  |  Greenpeace Projesi
Aydilge Connection     XML Site Haritası   RSS Feed   HTML Site Haritası
Bu sitenin dizayn ve içeriği See-Aych tarafından gerçekleştirildi. Bu site en iyi Internet Explorer ile 1024/768 ve 1280/1024 çözünürlükte görüntülenir. Aydilge'nin resmi web sitesi değildir. Aydilge ve EMI Music Türkiye ile herhangi bir resmi bağlantısı yoktur. Copyright © 2012
E-Mail